27 Haziran 2015 Cumartesi

Merhaba

        Bu benim ilk blog yazım. Aslında bu sebeple oldukça heyecanlıyım. Bunu birileri okuyacak mı, birileri bu yazdıklarım hakkında ne düşünecek hiçbir fikrim yok. Açıkçası çok da umrumda değil. Bir süre önce hislerimi kaybettim çünkü sanırım. Toplumsal olaylar dışında ilgimi çok az şey çekiyor, çok az insanın görüşünü önemsiyorum ve minimum beklentiyle sürdürüyorum hayatımı son birkaç aydır. Kelimelerle aram çocukluğumdan beri iyiydi aslında. Birkaç kompozisyon, üç beş şiir ve güzel konuşma becerilerim bir edebiyat ilahı olacağım konusunda ailemi epeyce heyecanlandırmıştı. Bu aralar yazma ve anlatma ihtiyacı hissettiğim için de yazmaya karar verdim. Söylemek, anlatmak ve göstermek istediğim çok şey var bu niteliksiz ve çömez halimle. Aslında insan anlatmaya nasıl başlar bilemiyorum. Bu biraz tanışma yazısı niteliğinde, onun için çok da bir şey anlatmayacağım galiba. Zaten donanım açısından tamamen yetersiz bir blog olduğunun da farkındayım ama şimdilik bu kadarı yeterli gibi. Kim olduğumu söylemek istemem çünkü kim olduğumu bilirseniz söylediklerimin ya da söylemek istediklerimin önemi azalacak gibi hissediyorum. Aynı zamanda özgüven eksikliğiyle yıllardır var olmaya çalıştığım için yazdıklarımı gönül rahatlığıyla paylaşamayacağım apaçık ortada. Yirmili yaşlarını süren, üç insandan beşinde olduğu gibi muhtelif psikolojik rahatsızlıklardan muzdarip ve eğlenceli bir insanım. Tanışma faslımız bitti galiba, şimdi konuşmayı deneyeyim biraz da.
         Bir süredir bu ülkede hayatta kalmakla ilgili düşünüyorum. Aslında peşinden gidilebilecek basit mutluluklar varken kendimizi gereksiz dalgalarla boğuyoruz sanırım. Kadın olmak, azınlık olmak, yalnız olmak, öğrenci olmak, işçi olmak ve hatta hayvan olmak bile inanılmaz zor ve hep de zordu ülkede. Hayatta kalabilmek için çok az çaba yeterken insana biz bataklıklarda debeleniyormuşuz gibi sanki. Hoşgörüden ve inceliklerden uzak, ağaçlar kadar tepkisiz ve yalnız yaşamaya çalışıyoruz. Üç dört ay kadar önce bir veda videosu izlemiştim. Adını hatırlamıyorum fakat kendini asmadan önce video çeken bir adamdı izlediğim. Son zamanlarda izlediğim en üzücü ve en kan dondurucu şey oydu galiba. Bir cümle vardı, dinlerken kendim ve çevrem için çılgınlar gibi üzmüştü beni. Nitelikli, incelikli ve kibar bir insan olarak yaşamanın ne kadar zor olduğunu ve bu yüzden ölme kararı aldığını söylüyordu videodaki adam kabaca. Bu cümle hakkında epeyce düşünmüştüm izledikten sonra. O kadar doğru ki. Kaybettiğimiz ya da belki de hiç tanışmadığımız, insanı insan yapan bir sürü şey var aslında hayatta. Tanışmadığımız zaman bir sorun olmuyor tabii ama kaybettiğimizi yavaş yavaş anlayınca hayat zorlaşıyor, dayanılmaz oluyor. Hep iyi bir insan olmaya çalıştım. Görüşlerimden, inandıklarımdan ya da karşı olduklarımdan bağımsız sadece iyi bir insan olmak için uğraştım. İyi insan olmak zor. İyi bir arkadaş, iyi bir öğrenci, iyi bir çocuk, iyi bir sevgili, iyi bir sürü zıkkım. Ve giderek iyi olmak, iyi olmaya çabalamak önemini yitirdi gözümde. Çocuk hayallerim hep kayboldular. Aile ve arkadaşlar bakımından hep şanslıydım. Mümkün olduğunca steril bir ortamda, kötü insanlardan uzakta ve pislikleri çok görmeden yaşadım üniversite için evden ayrılana kadar. O steril dünyadan dışarı çıkıp kafamı kaldırdığım zaman gördüklerim hayal kırıklığı ve mide bulantısından başka bir şey yaratmadı bende. Aslında kabulleri standartlara göre oldukça geniş aileme ve seçilmiş gibi hayatıma girmiş mükemmel arkadaşlarıma sarılmam gerekirken bu boka batmış şeylerle uğraşıp her şeye karşı iyi olmak isteği duymaya başladım. Güzel sanatlarla ilgilenmek, iyi şeyler bulup onlara tutunmak, vücudumu harcamak yerine kafamın içini doldurmak ve bunların farkına varan, bunları önemseyen insanlarla birlikte olmak istiyorum uzun zamandır. Bir süredir artık aşk ilişkileri ve terk edilmeler de eskisi kadar önemli değil gözümde. Etrafta o kadar çok acı var ki. Sıklıkla kumsalda oynamaktan okyanusu göremediğimi düşünüp bir şeyleri değiştirme arzusuyla doluyorum. Tanışma kısmında da söylediğim gibi, bu yazdıklarım ne olacak hiç bilemiyorum ama yazmak iyi geliyormuş, başladığım halimden daha iyi hissediyorum. Dayak yiyen kadınlara, öldürülen kadınlara, aşağılanan kadınlara çok üzülüyorum. Ölen, aç olan, hasta olan, okuyamayan çocuklar canımı yakıyor. Gaylere, kürtlere, evsizlere, sarhoşlara, balicilere, elli yaşında ama mutlu olmayan insanlara, hayatlarını sadece para kazanmak üzerine kurmuş, etrafında olanı biteni umursamayan, bağnazca bir düşünceye tutunup başkalarını dinlemeden bunu savunanlara acımak değil ama ona benzer şeyler hissediyorum. Her gün sokakta bu kadar acı varken yetiştirilme kaynaklı bencilliklerimden ve mutsuzluklarımdan da iğreniyorum. Dünya daha iyi bir yer olmayacak en azından şimdilik. Beni terk eden adamlara, karpuzu dolaba koymadığı için anneanneme, bu aralar benden pek hoşlanmayan kız kardeşime, beni aramadığı için babama, daha ilgili bir anne olmadığı için anneme, geçemediğim dersler için hocalarıma kızmak artık hayatta bir şeyler yapabildiğimi düşündürmüyor bana. İnsan olmanın anlamını kaybeden insanlara üzülüyorum. Hep kafamın içini doldurmaya çalıştığım için kendime üzülüyorum. Mutsuz ve umutsuz herkese üzülüyorum. 
          Merhaba, merhaba.